Şeylerin Kutsallaştırılması Üzerine
Herkesin istediğine inanmasına saygı duymamız gerektiği laflarıyla büyütüldük. “Saygı” anlamını yitirdi, arkasına sığınmak için kullandığımız bir savunma mekanizması ve anlamını kendimize göre manipüle ettiğimiz bir silah oldu. En korkutucusu ise toplumda, “sorgulamaksızın itaat” ile eşdeğer hale geldi. Neye saygı duymamız neye saygı duymamız gerektiğini şaşırır hale geldik. Ya da bir şeylere saygı duymak zorunda mıydık?
Saygı duyulması gereken kutsallarla çevrili etrafımız. Herkesin bir şeyler hakkında kutsalları var. Ben bu kutsallara kısaca “şeyler” diyeceğim.
Şeylerin kutsallaştırılması.
İnsanların şeylere tapar hale gelmesi, kişinin özgürlüğünün (tabii ki) sınırları içinde olsa da bireyin içinde yaşaması, içinde kutsallaştırması gereken şeyler, zamanla toplumda bu şeylere inanan inanmayan herkesin bir engeli haline geldi. Bu duruma neden olan, etrafında büyüdüğümüz, birlikte yaşadığımız ve bizden önce yaşayan insanların davranışlarının ve rutinlerinin bütünü olan kültür dediğimiz şey tam olarak nedir? İçinde yaşadığımız kültür duvarı nasıl örülmüştür? Toplum, bir odada toplanıp kültürümüz şöyle olsun mu demiştir yoksa bireylerin inandıkları değerlerin yavaş yavaş toplum tarafından benimsenip yayılmasıyla mı ortaya çıkmıştır? Eğer öyleyse, her şeyin temeli birey ve bireyin inançlarıdır. “Toplumsal şeyler” birey bazında ele alındığında oldukça masum ve zararsız görünür, ancak daha çok kişi tarafından kabul görmeye başladıkça bu şeyleri içinde fanatikleştirmiş bireyler tarafından diğerlerine dayatılır hale gelir.
Toplum üzerinde etkiye sahip olsun olmasın, bugün de herkes ileride yaşanacak kültürün tohumlarını atabilir. Bu, binlerce yıl önce de böyle olmuştur. Muhtemelen davranışlarımızın, alışkanlıklarımızın, inançlarımızın çoğu binlerce yıl öncesinden topluma etki etmiş ve toplumda yayılmış “şeylerin” bir türevidir.Uygulanabilir bir fikir, yayılmaya yetecek kadar bir sosyal çevre ve bilimsel olarak kanıtlanamayacak bir inanç, bir kaç yüzyıl (hatta bir kaç on yıl) sonra toplumda yayılarak insanların özgürlüğünü kısıtlamaya başlayacaktır.
Kabul etsek de etmesek de özgür değiliz. Daha bilincimiz yerinde değilken bile toplumun “kutsallarına” göre hareket etmeye zorlandık. Bu durumu o kadar kanıksadık ki sorgulamak aklımıza bile gelmedi. Kafamızda ışık yanıp sorgulamaya niyetlendiğimizde ise sesimizi çıkaramadık, kaybedecek çok şeyimiz vardı. O masum, saygı duyulması gereken, sorgusuz sualsiz kabul ettiğimiz “şeyler” bize düşünme, hareket etme alanı bırakmadı. “Toplum şeylerine” inanmadığınız onları eleştirdiğiniz ve sorguladığınız için deliler, size deli gömleği giydirip deli muamelesi yaptı. Toplum bu düzeni öylesine benimsedi ve kendini buna adapte etti ki “şey” ve hayat birbirinin içinde eridi ve ayrılmaz oldu.
Şeyler daha fazla kişi tarafından kutsallaştırıldıkça lehine argümanlar üssel olarak artacak ve hayatın içinde erimeye devam edecek. Üzerine gidilmedikçe, tartışılmadıkça, hatta bu kutsallara saldırılmadıkça özgürlüğümüz elimizden alınmaya devam edecek.